Çocukların haklarını öğrenmesi neden önemli?
Türkiye, Birleşmiş Milletler tarafından (BM) kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi ilk imzalayan ülkelerden biri.
Bir çocuk anayasası niteliğinde olan sözleşme, 54 maddeden oluşuyor ve eğitim, sağlık hizmetlerine erişim, yaşama ve gelişme; ekonomik, fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma, ifade ve düşünce özgürlüğü gibi pek çok alanda çocuk haklarını güvence altına alıyor.
BM Genel Kurulu, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi 20 Kasım 1989’da imzaladı. Türkiye de sözleşmeyi kendi iç hukukunda yaptığı düzenlemelerin ardından 27 Ocak 1995’te yürürlüğe koydu.
Ancak resmi veriler, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinin üzerinden 29 yıldan fazla süre geçmesine rağmen pek çok alanda çocukların karşı karşıya kaldıkları hak ihlallerinin devam ettiğini gösteriyor.
Çocuklar haklarından haberdar olmadığında ya da bu haklara erişemediğinde hakların kağıt üzerinde yer almasının bir anlamı olmadığını vurgulayan uzmanlara göre bu konuda yapılması gerekenlerin başında, çocuklara haklarının öğretildiği bir eğitim politikasını ortaya koymak geliyor.
“Hem çocuklar hem ebeveynler anlamalı”
Bu bakış açısıyla yola çıkan adli tıp uzmanı ve aynı zamanda karikatürist olan Mersin Üniversitesi Çocuk Koruma Araştırma Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Halis Dokgöz hem çocukların hem de çocukların gelişiminden sorumlu yetişkinlerin Çocuk Hakları Sözleşmesi maddelerini daha net anlaması ve içselleştirebilmesi için bir karikatür kitabı hazırladı.
Dokgöz’ün “Karikatürlerle Çocuk Hakları Sözleşmesi” adlı kitabı ticari bir amaç gütmeden Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı (ÇAÇAV) ve çeşitli belediyelerce dağıtılıyor.
DW Türkçe’ye konuşan Dokgöz, “Çocuk Hakları Sözleşmesi kitabı hem çocuklar tarafından bilinsin hem de ebeveynlerin çocuğa çocuk gibi yaklaşması, çocuğun bir birey olduğunu, onun özgür bir birey olduğunu anlaması için oluştu” diyor.
Dokgöz, kitabında, çocuğun aileye ait bir meta olmadığını, onun bir birey olduğunu, bazı özgürlük alanları olduğunu, kendini geliştirmesi gerektiğini, hakları olduğunu, eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklarının olduğunu çizgilerle anlatıyor.
“Ana sınıfından itibaren eğitimin parçası olmalı”
Çocuğun eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması zorunlu olan haklar olduğunu ifade eden Dokgöz, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’ye getirdiği sorumluluklar olduğunu, Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre bu uluslararası sözleşmedeki her şeyin hukuki olarak bağlayıcı olduğunu anlatıyor.
“Bu nedenle referansımız Çocuk Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşmeden yola çıkarak hem davalarda hem de haklar meselesi konusunda taleplerde bulunabiliyoruz” diyen Dokgöz’e göre aynı nedenle çocuğa ana sınıfından başlayarak benliğini, bireysel bütünlüğünü, sosyal ilişkilerini, erişkinlerle olan ilişkilerini, temel haklarını anlatmak gerekiyor.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde yer alan maddelerin eğitimin bir parçası olması gerektiğini vurgulayan Dokgöz, “Örneğin ana sınıfında kötü dokunma, iyi dokunma gibi kavramlarla başlayıp sonra ilkokul, ortaokul ve lise sürecinde fiziksel teması, duygusal istismarı anlatmak gerekiyor. Çünkü insanlar, özellikle ebeveynler, hatta öğretmenler çocukları duygusal anlamda, psikolojik anlamda istismara uğrattığını bilmiyorlar. Şaka yapıyorlar, aşağılıyorlar, lakap takıyorlar örneğin. Bunların hepsi istismar grubuna giren şeyler” diye konuşuyor.
“Sevgi işareti olarak algılıyor”
Cinsellik meselesinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Dokgöz, cinsel istismar eylemlerinin yüzde 80-85’inin çocukların yakınlarından geldiğine işaret ediyor:
“Bunu sevgi işareti olarak algılıyor. Sosyalleşmeye başlayınca cinsel istismar kavramını anlıyor ve yıkım başlıyor. Ve istismara uğramış çocukları tedavi etmek, rehabilite etmek, topluma yeniden kazandırmak da oldukça güç. Onun için bunun ana sınıfından başlayarak eğitim müfredatında bir yerinin olması gerekiyor. Bu da büyük bir eksiklik. İşte bu yaptığım Karikatürlerle Çocuk Hakları Sözleşmesi kitabı biraz buna da hizmet ediyor.”
Karikatürlerinde özellikle çocukların bir birey olduğunun altını çizdiğini belirten Dokgöz, “Evet, çocuklar korunmalıdır ama temel felsefe de çocuklar bir bireydir ve birey olarak hakları vardır. O haklarını teslim ettikten sonra biz koruyucu, önleyici tedbirleri sunmalıyız” diye devam ediyor.
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre Türkiye genelinde geçen yıl sonu itibarıyla 22,2 milyon çocuk bulunuyor. Birleşmiş Milletler tanımına göre 0-17 yaş grubunu içeren çocuk nüfus, Türkiye nüfusunun yüzde 26’sını oluşturuyor.
Yaşam hakkı ihlalleri
Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği (FİSA) Çocuk Hakları Merkezi’nin verilerine göre yılın ilk altı ayında 24 farklı önlenebilir ihlal biçimiyle en az 343 çocuk yaşamını yitirdi.
Ölümlerin 309’u intiharlar, bireysel silahlanma, karşıt gruplar arasında çıkan çatışmalar, şüpheli ölümler, şiddet, çeşitli ihmal türleri ve iş cinayetleri nedeniyle gerçekleşti. Kamu görevlilerinin ihmali sonucu ise 32 yaşam hakkı ihlali yaşandı. İki çocuk ise “Zırhlı Araç/Kolluk Görevlisi Aracı Tarafından Ezilme, Çarpma” ve “Mayın ve Çatışma Atıklarının Patlaması” sonucu hayatını kaybetti.
Öte yandan kayıp çocukların sayısına ilişkin belirsizlik de söz konusu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2016 yılından buna ilişkin veri paylaşmıyor. Açıklanan son veriye göre 2008-2016 arasında toplam 104 bin 531 çocuk kayboldu. Aradan geçen sekiz yıl içinde kaç çocuğun kaybolduğu, 104 bin 531 çocuğun kaçının bulunup bulunmadığı kamuoyuna açıklanmadı.
Çocuk işçi ölümleri
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne (İSİG) göre ise 2023 Eylül-2024 Ağustos döneminde en az 66 çocuk çalışırken hayatını kaybetti.
İSİG Meclisi’ne göre eğitim sistemine entegre edilen Mesleki Eğitim ve Öğretim Merkezleri (MESEM), çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasına neden oluyor. MESEM kapsamında yaklaşık 1,5 milyon öğrenci bulunurken bu öğrencilerin yaklaşık 300 bini 18 yaşın altında.
TÜİK’e göre de geçen yıl 15-17 yaş grubunda 853 bin çocuk iş gücüne katıldı. TÜİK verilerinde kayıt dışı çalıştırılma ise yer almıyor.
Eğitime erişemeyen çocuklar
Çocukların eğitime erişim hakkında da gerileme söz konusu. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Eğitim-Sen) Haziran ayında yayınladığı “Eğitimin Durumu” raporuna göre Türkiye’de resmi ve özel okullarda zorunlu örgün eğitim sisteminde kayıtlı 17 milyon 558 bin 25 öğrenciden, 442 bin 643’ü sistemin dışında.
Resmi verilere göre 2022-2023 eğitim öğretim yılında net okullaşma oranı ilkokulda yüzde 93,8, ortaokulda yüzde 91,2 ve ortaöğretimde yüzde 91,7 seviyesinde. Eğitimde 4+4+4 sistemine geçildikten sonraki ilk yıl olan 2012-2013 yılında okullaşma oranları ilkokulda yüzde 98,86, ortaokulda yüzde 93,09, ortaöğretimde ise yüzde 70,6’ydı.
Eğitim Sen, Türkiye’de kız çocukların, siyasi iktidarın çocuk evliliklerinin yolunu açan, şiddet ve istismar faillerinin elini kolaylaştırıp cesaretlendiren yasal düzenlemeleri, eğitimin özelleştirilmesi ve dinselleştirilmesi politikaları ile eğitimin dışına itildiği görüşünde. Sendikaya göre Türkiye’de son 22 yılda 17 yaşın altında doğum yapan çocuk sayısı 577 bin 49, 15 yaşın altında doğum yapan çocuk sayısı ise 21 bini buluyor.
Cinsel istismar vakaları
Adalet Bakanlığı verileri de Türkiye’de çocuk hak ihlallerinin bir başka boyutu olan çocuğa yönelik cinsel istismar suçlarına ilişkin tabloyu gözler önüne seriyor.
Adalet Bakanlığı’nın Adli Sicil İstatistiklerine göre 2023 yılında çocukların cinsel istismarına yönelik Cumhuriyet başsavcılıklarına gelen dosya sayısı 66 bin138 oldu. Ceza mahkemelerine gelen 14 bin 919 dosya karara bağlanırken çocuğa cinsel istismar suçundan 7 bin 88 kişi cezaevine girdi. Çocuk istismarından yargılanan 344 kişinin cezası ise “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” uygulaması ile ertelendi. Çocuğa istismardan beraat edenlerin sayısı 7 bin 108’i buldu.
Uzmanlar Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın geçen yıl hazırladığı Türkiye Çocuk Hakları Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nın da kağıt üstünde kaldığı görüşünde.
“Son örneği Narin olayında görüldü”
Halis Dokgöz, “Çocuk hakları meselesi kağıt üzerinde ya da yasalara yazdığınız zaman çözülmüyor. Yani iş sadece yasa ya da tüzük meselesi değil. Hayata geçirilmesi, dokunulması gereken bir mesele” diyor.
Bunun son örneğinin Narin olayında da görüldüğünü, olayın cinayetle sonuçlandığını ifade eden Dokgöz, “Çocuk güvendiği, inandığı, bildiği insanlarla iletişim kuruyor, onlarla bir sosyal ilişki kuruyor, yakın çevresiyle, mahallesiyle, öğretmenleriyle. Çocuğa yönelik tehlikeler de şiddet de yakınlarından geliyor. Bunu vurgulamak istiyorum. O nedenle de Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, ana sınıfından başlayarak aşama aşama çocuğun birey olduğu, kendisini nasıl koruyacağı, kendi vücudunu nasıl tanıyacağı konusunda bilgilerin bilimsel pedagojik bir yaklaşımla eğitim müfredatına mutlaka girmesi gerekiyor” diye konuşuyor.
Olay olduktan sonra olayın niteliği üzerine yorumlar yapıp araştırma değerlendirme yapmanın çocuk için geç olduğunu vurgulayan Dokgöz, ekliyor: “Narin olayı başka Narin’ler olmasın diye birtakım yaklaşımlar, perspektifler getirmek için de bir kapı açmalı.”
DW Türkçe’ye sansürsüz nasıl erişebilirim?